Kayıtlar

Kötülüğün Sıradanlığında "The Zone of Interest" Filmine Bakış

Resim
  Jonathan Glazer 'in 2023 yapımı, “The Zone of Interest” filmi için; Auschwitz toplama kampının yanındaki evde yaşamlarını sürdüren, Rudolf Höss ve ailesin üzerinden kötülük sorununu ele alıyor diyebiliriz. Hanna Arent'in kavramsallaştırmasıyla Kötülüğün sıradanlığını, kampın içerisini görmüyor olsak bile ailenin kayıtsızlığında hissedebiliyoruz. Kana bulanmış askeri çizmelerin çamur bulaşmış edasıyla temizlenişinde, kampın içerisinden gelen kıyafetlerin herhangi bir rahatsızlık hissedilmeden paylaşılmasında, fırınların ve gaz odalarının nasıl daha verimli kullanılabileceği hakkında yapılan toplantıda, sürekli ve belli aralıklarla gelen silah seslerine, insan çığlıklarına kayıtsız kalınmasında, hatta Rudolf Höss'ün askeri personelin çiçeklere zarar verilmesinden duyduğu rahatsızlıkta görüyoruz...   Hanna Arent , felsefesinin ana unsuru haline getirdiği kötülük problemini ilk etapta radikal ve mutlak kötülük olarak tanımlar. Sonrasında Hocası Karl Jaspers ile mektuplaş

"Rashomon ve The Last Duel" Filmlerinde Bakış Açısı ve Özdeşleşme Meselesi

Resim
Rashomon ve The Last Duel filmlerini izlememiş olanlar için söyleyeyim  spoiler içerir ... İki film de bakış açısı konusunda birbiriyle benzer niteliktedir. Akira Kurosawa'nın Rashomon filminin, Ridley Scott'ın The Last Duel Filminden farkı, izleyiciyi direkt konunun içerisine dahil etmesinde yatıyor. Film, dördüncü duvarı yıkarak izleyiciyi hâkim pozisyonuna getirdiğinden, karakterlerle özdeşim kurma imkânı bulamıyoruz. Filmde, ormanda yolculuk etmekte olan samuray ve eşi, haydut Tajômaru ile karşılaşır. Samurayın eşine tecavüz edilir. Samurayın cesedi ise ormanda oduncu tarafından bulunur. Bu olayı yaşayan üç kişi ve tanık olan oduncu, kameraya doğru konuşup, görünmez bir yargıca (aslında biz izleyicilere) ifade verirler. Film kesin bir yargıda bulunmazken o işi izleyiciye bırakır. "Gerçeği hangi karakter çarpıtmadan anlatıyor? Haklı olan kim?" gibi soruları  kendimize yöneltirken yönetmen, izleyiciyle karakterler arasına mesafe koyuyor. The Last Duel fil

Atatürk'ü Anlamak

Resim
Atatürk ile bağım çocukluğumda tamamıyla biçimseldi. Resmi bayramlarda günün anlam ve önemine dair gazetelerin vermiş olduğu Atatürk posterleriyle odamı süslüyordum. Okuyup araştırma ve sorgulama alışkanlığımı kendi başıma kazanamamış olsaydım, bendeki Atatürkçülük yansıması otomobil camına imzasının çıkartması veyahut resmi bayramların fener alaylarında,   ‘’Türkiye laiktir, laik kalacak’’  sloganı atmaktan öteye gidemeyecekti. Ne kadar da kolaycı ve kimi kesimlerce kullanışlı bir  Atatürkçülük anlayışı… Mesela ordu darbe mi yapacak? Atatürk ilkeleri adına gerçekleştirdiğinizi söyleyerek kapatırsınız konuyu. Varlığını Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığına borçlu olan  ‘’Gülen Cemaati’’  mensuplarının dahi darbe girişiminin bildirisinde giydiği kıyafet aynıydı. İlkeler demişken hangi ilkeler? O, din ve devlet işlerini ayırdığı gibi siyasetle orduyu da birbirinden ayırmıştı. Ordu ile siyaseti ayırmasındaki en büyük koşut balkan savaşlarındaki kayıplardı. Ordunun fazlasıyla siya

Bilmediğini Bilmek (Felsefeye Kısa Bir Değini)

Resim
Ortaokulda Türk  Dili dersinde ilk defa öğretmenimizden duymuştum Sokrates’in ‘’bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir’’ ilkesini, yaptığı bu alıntıyı öğrenme istediğimizin hiç bitmemesi gerektiği şeklinde yorumluyordu. Belki de idrak kapasitemize güvensizliğinden fazla detaya girmiyordu. İlkenin dayandığı asıl noktayı çok ileri bir tarihte öğrendim: Sokrates’in dostu ve aynı zamanda öğrencisi ‘’ Khairephon’’ delphoi tapınağında bir kâhine; ‘’Atina’nın en bilge kişisi kimdir?’’ diye sorar ve kâhin Khairephon’a en bilge kişinin Sokrates olduğunu söyler. Sokrates, başta buna inanmasa da kendisinden daha bilge olabileceğini düşündüğü d in adamlarını, şairleri, ozanları, politikacıları, yasa koyucuları, antik çağda aklınıza gelebilecek bilgelik kıvılcımı taşıma ihtimali olan herkesi diyalektik yöntemle sorgulamaya başlar. Din adamı ve ozanların sözlerinin ilham yollu olduğunu ve akılsal çıkarımlara dayanmadığını tespit eder.  Belli başlı sanat erbabının bilgeliğinin ise m

İyi ve Kötü Üzerine

Resim
Felsefe ve Din Açısından İyi ve Kötü İyi olan   iyiliğini çabasına borçlu değildir. Çünkü '' iyilik''  çaba gerektirecek bir şey olmayıp plansızlıkla bitişiktir. Yani diyebiliriz ki plansız ve çıkarsız yapılan iyilik, saf bir iyiye işarettir. Saf bir '' iyi '' de her zaman suiistimale açık potansiyel bir budaladır ve hiç kimse ömrünün sonuna kadar duru bir iyilik timsali olarak kalamaz. İyi olan kişi, eylemlerini sorgulamaya başlayıp planlamaya başladığında çıkara bitişik bir hale gelir. Kendisi için iyi olan bir eylem, bir başkası için kötü olabilir ama her insan kendi ben’inde iyidir. İnsanı insan kılan da zaten iyiliği ve kötülüğü tek bir vücutta toplaması değil midir? En büyük suçlular bile eylemlerinin arkasından haklı gerekçeler göstermezler mi? Mesela insana secde etmeyen ‘’ şeytan ’’ kötülüğün sembolü olmuştur. Oysa şeytan, kendi ben’inde iyidir ve haklıdır. Kendi ben’ine olan tutkusundan sebeple insanı kaderine ortak eder. Çaba gerektirmed

Hayretli Sorular ve Dogmatik Buyruklar...

Resim
Soran zihin muhtemelen düşünüyordur. Mermi Uygur ’un tabiriyle fiziki eylemle sonuçlanan gündelik soruları kastetmiyorum; Evinizden dışarıya çıktığınızda eşinize ütünün fişini çekip çekmediğini sormak düşünsel bir faaliyete işaret değildir doğal olarak. Çocukluğunuzda çevrenizi yıldırdığınız bazı hayretli sorularınızı kastediyorum. Uyduruk Sosyal Medya sayfalarının da bolca konu ettiği gibi Sokrates’in ‘ ’Felsefe Hayretle Başlar ’’ sözü burada önemli… Hayret ve merak etme yeteneğini çocukluğundan yetişkinliğine taşıyabilen çok az yaratıcı insan var. Hele bizim gibi bir toplumda merak duygusunu diri tutabilmek tam bir muamma… İnsanın başına ne gelirse ya meraktan… Diyerek başlayan özlü sözlerimizin varlığında, merak eden insanın durumu maalesef pek de hoş betimlenmiyor. Okula başlamanızla birlikte hayretli soru yeteneğiniz ve hayal gücünüz bir otoritenin inisiyatifinde zayıflamaya başlar. Çocukluğunda merak ve hayret duygusundan yoksun bir insanın varlığından söz edilemez sanıy

Rivayetler Kitabı / Kalplerin Keşfi

Resim
Hasan El-Basri’den rivayetle, Ebu Hureyre’den rivayetle, İbrahim el-Havvas’dan rivayetle, Selman’ı Farisi’den rivayetle, Cüneyd-i Bağdadi’den rivayetle... '' Kalplerin Keşfi '' Kitabının mantığı bu tip rivayetlerin derlenmesinden meydana gelmiş: ‘’Hasan der ki, Mücahit der ki’’ gibi… Rivayetin sözlük anlamı; 1.        Söylenti 2.        Bir olay, bir haber veya sözü nakletme İsmi ‘’ Kalplerin Keşfi ’’ olan bir kitaptan ne bekliyordum ondan da emin değilim. Gazali ’nin okuduğum ilk kitabında, (Tefekkür, Düşünmenin Fazileti) yine kimi rivayetlere başvuruyorsa da en azından kendi düşüncesine ilişkin bir şeyler elde edebiliyordum. Bu kitapta aynı sonuca ulaşmak hayli güç… Gazali düşünmeyi/tefekkürü ‘’ birinci makam ve ikinci makam ’’ diye ayırıyordu. Kendisine göre tefekkürde en üst makam birinci makamdı şöyle diyordu: ‘’Kul, Allah’ın zatı, sıfatları ve isimlerinin manaları üzerinde düşünüp tefekküre dalmalıdır. Tefekkürün bu yönü yasaklanan ya da men olunan yönü

''Varoluşsal İnanç Sorunları'' Kitabı Üzerine

Resim
Yazarın, okuduğum ilk kitabı oldu: '' Varoluşsal İnanç Sorunları ’’  Ayrıca Kitabı okurken '' Hüseyin Atay 'ın'' '' Kur-an '' çevirisinden faydalandım. Metin Yasa ismini araştırdığınızda son derece üretken bir akademisyenle karşılaşacaksınız. ‘’ Varoluşsal İnanç Sorunları ’’ kitabının dışında dikkatimi çeken ‘’ Din Felsefesi & Soru-Sorgu-Sonuç, Bütüncül ve Eleştirel Din Felsefesi ’’ isimli kitaplarını da edindim. Sonrasında okumayı düşündüğüm '' Tanrı ve Kötülük, Paradoksal Konuşmak, İbn Arabi ve Sipinoza’da Varlık, Bütüncül ve Eleştirel Din Felsefesi Okumaları 1, 2, 3'' gibi eserleri mevcut. Yazar kitabına, din felsefesinin tanımı ve işleviyle ilgili giriş yapıyor. Bir yandan da varoluşsal inanç sorununun kaynağına değinerek çalışma metodunu okuyucuya aktarıyor. Kendisinden hareketle: ‘’ Bir varoluşsal inanç sorunu, ya dine küskün olmakla, ya dini yadsımakla veyahut dinden uzak kalmakla ortaya çıkar. ’’ Bu hususta di

Gazali ve Tefekkür Meselesi

Resim
Okuduğum ilk Gazali kitabı oldu  ''Tefekkür.''   * Malum, basmakalıp bir yargıyla: ''İmam Gazali İslam medeniyetinin gerilemesine neden olmuştur''   denir. Bu görüşün elle tutulur bir tarafı var mıdır yok mudur emin olmak maksadıyla okumaya başladım.    Okumaya karar vermemde felsefeci Sadık Usta'nın ''odatv''* röportajının da etkili olduğunu söyleyebilirim. İslam medeniyetinin çöküşüne ilişkin kendisinden alıntıyla: ''İslam medeniyeti Gazali henüz doğmadan çöküşe başlamıştı. 11. yüzyılın başlarından itibaren İslam âleminin üç farklı halifesi vardı; yine İslam âlemi, birbirinin gözünü oyan 10 farklı devlet ve onlarca beylik tarafından yönetiliyordu. Görüldüğü gibi ortak bir ideal kalmamıştı; ekonomi çöküşteydi, bilimsel faaliyetse sekteye uğramıştı; büyük düşün adamlarını yaratan toplumsal dinamizm durulmuş, bilimsel iklim çoktan yok olmuştu. Kuşkusuz Gazali’nin felsefeye bakış açısı olumlu değildi fakat o hiçbir y