Bilmediğini Bilmek (Felsefeye Kısa Bir Değini)

Ortaokulda Türk Dili dersinde ilk defa öğretmenimizden duymuştum Sokrates’in ‘’bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir’’ ilkesini, yaptığı bu alıntıyı öğrenme istediğimizin hiç bitmemesi gerektiği şeklinde yorumluyordu. Belki de idrak kapasitemize güvensizliğinden fazla detaya girmiyordu. İlkenin dayandığı asıl noktayı çok ileri bir tarihte öğrendim:

Sokrates’in dostu ve aynı zamanda öğrencisi ‘’Khairephon’’ delphoi tapınağında bir kâhine; ‘’Atina’nın en bilge kişisi kimdir?’’ diye sorar ve kâhin Khairephon’a en bilge kişinin Sokrates olduğunu söyler.

Sokrates, başta buna inanmasa da kendisinden daha bilge olabileceğini düşündüğü din adamlarını, şairleri, ozanları, politikacıları, yasa koyucuları, antik çağda aklınıza gelebilecek bilgelik kıvılcımı taşıma ihtimali olan herkesi diyalektik yöntemle sorgulamaya başlar. Din adamı ve ozanların sözlerinin ilham yollu olduğunu ve akılsal çıkarımlara dayanmadığını tespit eder.  Belli başlı sanat erbabının bilgeliğinin ise mesleklerinin teknik bilgisiyle sınırlı kaldığını görür. Sokrates, bilgelik iddiasında bulunan kimi sorguluyorsa hayal kırıklığına uğrar. Kendisinin yegâne bilgisinin, bilmediğini bilmek olduğunu fark eder. Annesinin ebelik mesleğinden de ilham alarak: tıpkı annesinin bir bebeğin dünyaya gelmesinde oynadığı rol gibi, kendisinin de hakikatin doğurtulmasında, meydana gelmesinde rol oynadığını düşünür. işte filozof Sokrates'in bilgeliği budur.

(Sokrates hakkında detaylı okuma yapmak isteyenler için aşağıya bir öneri birakıyorum)*

Benim felsefeye ilgim ileri yaşlarda kazandığım okuma alışkanlığım ve ilk etapta bolca okuduğum bestseller polisiye romanlardan sıkılarak bir kitapçıda işe yarar şeyler arayarak başlamıştı. Felsefe kitaplığının önünde dururken elimi, ismini bile doğru düzgün telaffuz edemediğim ‘’Schopenhauer’’ kitaplarına attım. ‘’Aşkın Metafiziği’’  ve yanındaki ‘’Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine’’  isimli kitaplarıyla felsefeye bodoslama bir dalış yapmış oldum. Ardından birkaç tane daha Schopenhauer eseri aldım ve okudum. Filozofu tam anlamıyla anlayabiliyor muydum diye soracak olursanız kesinlikle hayır.

Schopenhauer, yalnızca kötümser yanımı körüklemiş olabilir onun dışında felsefi birçok atfı anlayabilecek berraklıkta bir zihne sahip değildim. Felsefe okuma hevesim basit bir motivasyonla,  pragmatist bir düşünceyle ilerliyordu. Zihnim okuduğum kitaptan %5 bile faydalansam kâr mantığıyla işliyordu. Basit motivasyon kaynağım işe yarıyormuş gibi görünse de işin aslı pek öyle değilmiş. Maharet değil yani koleksiyoncu gibi x filozoftan % 5, Y filozoftan %10, Z filozoftan %15 almak. Bilgi istifçiliğinin beni bir yere götürmeyeceğini geç de olsa anladım. Konunun cahili insanların yanında bir iki alıntı ve kavramsal cümleler kurduğunuzda baya ciddiye alınabilirsiniz. Gösterdikleri ilgi karşısında egonuzu da tatmin edebilirsiniz ama faydasız. Neyse ki otuzlu yaşlarımda bu sanıdan kurtuldum. Bilmediğini bilme ilkesi beni ihtiyatlı hale getirdi...

Gençliğinde bazı şeyleri kutsallaştırma eğilimi güdebiliyor insan. Kitapları,  kitaplardaki bir fikri, düşünceyi, ideolojiyi, kişileri ve hatta felsefenin kendisini...

Böyle olunca da insan kendini ve tutunduğu ideolojiyi objektif bir gözle inceleyemiyor. Bilmediği bir düşünceyi, düşünceyi üreten kişileri araştırma ve sorgulama zahmetine dahi girişmeden peşin hükümle yargılayabiliyor.

Örnek vermek gerekirse iki yıl evvel evime gelen üniversiteli, ideolojik de bir misyon sahibi genç bir arkadaş, kütüphanemdeki 28 ciltlik Platon eserini görmesiyle odadan çıkması bir olmuştu. Şeytan görmüş gibiydi, odadan niçin bu kadar çabuk çıktığını sorduğumda ‘’abi burada skolâstik felsefe var’’ dedi. Hâlbuki skolâstik felsefenin ortaya çıkış tarihi MS 800, Platon MÖ 427 tarihinde dünyaya gelmiş bir filozof. Ayrıca kütüphanemde teolog ‘’Anselmus’’  ya da ‘’Aquinalı Thomas’’ eseri de bulunmuyordu. Delikanlının ideolojik saplantısı tarihsel bir hakikati gözardı edebilecek kadar düşün dünyasını köreltmişti. Bu davranışına sebep olan şey de cehaleti değil elbette, buna ideolojik bakışı sebep oluyor. Skolastik felsefeye Platon’un kaynaklık yaptığı tezini savunabilir ve hatta çoğumuzu buna ikna da edebilir ama kafasındaki ideolojik saplantıyla yapar bunu. O sebeple felsefeye merak duyuyorsanız ‘’George Politzer’in’’ felsefeye giriş kitapları ile başlamanızı önermiyorum.

Peki felsefeye nasıl başlamalı? 

Benim ilk etapta yaptığım biçimde bodoslama bir filozof seçip işe koyulmanızı da önermem. Nitelikli bir felsefeye giriş kitabı ile başlamak faydalı olacaktır. Ahmet Arslan ve merhum Ahmet Cevizci gibi isimleri tavsiye edebilirim. Sonrasında hangi felsefi akım ilginizi çekiyorsa oradan devam edebilirsiniz. Siyaset, etik-ahlak, bilim felsefesi, metafizik vs. size kalmış. Kronolojik olarak filozofları okumayı da tercih edebilirsiniz. Zahmetli bir uğraş ama denemeye değer. Ben felsefe adına tüm ezberlerimi bir kenara bırakarak Sokrates’in dile getirdiği noktadan tekrar felsefeye bakmaya karar verdim. Platon külliyatının sokratik diyaloglarıyla işe başlıyorum. Bir sonraki yazı Platon’un herhangi bir eseri üzerine olacaktır. Kitapları birebir anlatmak yerine konu ettiği kavramları günümüz koşullarında ele almaya çalışacağım. Nitekim antik dönem filozoflarını meşgul eden birçok husus bugün dahi değerini yitirmiş kavramlar değildir.

bilmediğimizi bilmek temel taşımız olsun.

 

Kitaplar

Sokrates / Fikir Mimarları Dizisi - Ahmet Cevizci / Say Yayınları


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Rashomon ve The Last Duel" Filmlerinde Bakış Açısı ve Özdeşleşme Meselesi

Kötülüğün Sıradanlığında "The Zone of Interest" Filmine Bakış

İyi ve Kötü Üzerine