"Rashomon ve The Last Duel" Filmlerinde Bakış Açısı ve Özdeşleşme Meselesi

Rashomon ve The Last Duel filmlerini izlememiş olanlar için söyleyeyim spoiler içerir...

İki film de bakış açısı konusunda birbiriyle benzer niteliktedir. Akira Kurosawa'nın Rashomon filminin, Ridley Scott'ın The Last Duel Filminden farkı, izleyiciyi direkt konunun içerisine dahil etmesinde yatıyor. Film, dördüncü duvarı yıkarak izleyiciyi hâkim pozisyonuna getirdiğinden, karakterlerle özdeşim kurma imkânı bulamıyoruz. Filmde, ormanda yolculuk etmekte olan samuray ve eşi, haydut Tajômaru ile karşılaşır. Samurayın eşine tecavüz edilir. Samurayın cesedi ise ormanda oduncu tarafından bulunur. Bu olayı yaşayan üç kişi ve tanık olan oduncu, kameraya doğru konuşup, görünmez bir yargıca (aslında biz izleyicilere) ifade verirler. Film kesin bir yargıda bulunmazken o işi izleyiciye bırakır.

"Gerçeği hangi karakter çarpıtmadan anlatıyor? Haklı olan kim?" gibi soruları kendimize yöneltirken yönetmen, izleyiciyle karakterler arasına mesafe koyuyor.

The Last Duel filminde ise özdeşleşme sorunu yaşamıyoruz.   Sir Jean de Carrouges'ın merkeze alındığı ilk bölümde karakterin uğradığı haksızlıklar karşısında yan tutar pozisyonda kendimizi bulabiliyoruz. Yerlerde sürünen karaktere bir tekme de sen vur prensibi sıkıntısız devam ediyor. Marguerite ile evliliğinde ise orta çağda görmenin pek mümkün olmadığı bir biçimde eşine değer veren bir şövalye görüyoruz.

Üç bölümde de hikâyenin ana devimini tutarsızlık göstermiyor. Carrouges'ın düşüşü, eşi Marguerite ile evliliği, eski dostu   Jacques Le Gris tarafından Marguerite'nin tecavüze uğraması üç bölümde de sabittir.

İkinci ve üçüncü bölümde yorum farkları ile karşılaşıyoruz. Jacques Le Gris'in merkeze alındığı bölümde bile kendisinin makbul bir adam olmadığını görüyoruz. Marguerite'in kendisinden kurtulmak için mücadele etmesini dahi bir tür oyun olarak algılıyor. Tıpkı derebeyi Pierre d'Alençon ile yaptığı bir eğlencedeki gibi…

Marguerite'in bölümünde ise Carrouges'ın da tam bir orta çağ adamı olduğunu görüyoruz. Carrouges için Marguerite yalnızca bir araçtan ibaret, herhangi bir eşyadan farkı yok. Bu açıdan hikâye daha gerçekçi bir zemine oturuyor diyebiliriz. Tecavüz vakasının öğrenilmesinin ardından Carrouges’ın umursadığı tek şey eşinin yaşadığı ıstıraptan ziyade kendi şanına sürülen leke ve konumu itibariyle küçük düşürülmesi oluyor.

Filmde muhtemelen Le Gris tarafından tecavüze uğrayan bir diğer isim Marguerite'nin yakın arkadaşı Marie...

Marguerite'in mücadelesi o çağın zihin dünyasında ne kadar mümkündür tartışılır ama Marie'nin içinde bulunduğu durum, takındığı tutum, orta çağ kadınını gerçekçi bir biçimde resmetmektedir.

Filmin finalinde özdeşleştiğimiz karakter Marguerite olurken, yaşamı Jean de Carrouges'e bağlıdır. Düelloyu kazanmasını ister, heyecanlanırız. Düelloyu kazandığında ise Kral Charles uyarıncaya dek margueriteye dönüp bakmaya bile tenezzül etmez. Carrouges’da en ufak bir sevgi emaresi görmeyiz.

Şovalye Jean de Carrouges eşi için değil şanı için savaşmıştır. İki film arasındaki en belirgin fark ise Rashomon'un daha soyut ve metafizik bir yaklaşıma sahip olmasıdır, The Last Duel’in ise daha doğrudan ve duygusal bir anlatıma sahip olmasıdır. Her iki film de insan doğasının karmaşıklığını vurguluyor, ancak bunu farklı yollarla yapıyorlar.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kötülüğün Sıradanlığında "The Zone of Interest" Filmine Bakış

İyi ve Kötü Üzerine